8 Ekim 2011 Cumartesi

Kaybedenler Kulubu - Bazen..


- Eski sevgilimi hatırladım ya.
- Hangisini?
- Ya işte, onu hatırlayamadım.Hiç, birisinin sana sahip olduğunu düşündüğün oluyor mu? Ya da bir şeyin?
- Evet. Evet, fark ettim bunu. Her fark ettiğimde de gitmek istedim. Bazı insanlar aile kurmaya önem verirler. Yani buna değer verirler. Bazılarıysa başka bir takım şeylere değer verirler. Bunlara değer verirken, niye değer verdiğini düşünmez birey. Toplumun içinde erimiş olan birey. Hem toplum, koleje girmeyi bir değer olarak sunduğu için artık o, kişiliğini yok sayma halidir.Koleje girmek için yarışır.Üniversiteye girmek için yarışır.İyi bir işe girmek için yarışır.
Güzel bir kadınla evlenmek için yarışır.Devamlı bir yarış ve kazanma zorunluluğu.
- Aslında kazanmak nedir ki? En büyük zaferi kazandığında bir Antonius olduğunu düşün. Paris’e geldiğini ve o takın altında olduğunu ve bütün insanların senin altında olduğunu düşün. Ve gücün en üstünde olduğunu. Yalnız kaldığın o anda “Ne oldu be? Şimdi ne olacak?” diyorsan kaybedersin sen.Hı? Kaybetmişsin.Yani o anda en büyük zaferin içinde kaybetmişsin.
- Peki bunun farkında olmak,yaşlı bir Kızılderililin dediği gibi hayatın bize sunamadıklarını mı sunar? Yoksa, bir radyo dinleyicisinin dediği gibi sanat, diğer tüm şeyler gibi seks için midir? Yaşlı bir Kızılderili ne kadar yanılabilir?
- Bazen yanılabilir.
- Bazen susar.
- Bazen konuşmak ister.
- Bazen dinlemek ister.
- Bazen yalnız kalmak ister.
- Bazen arkadaş ister.
- Bazen gitmek ister.
- Gider bazen.
- Bazen gidemez.
- Bazen hiç gidememekten korkar.Bazıları sonsuz neşeye dolar.
- Bazıları sonsuz geceye.
- Bazen ölürsün.
- Bazen ölemezsin.Bazen bütün koşullar uygunken bile ölemezsin.
- Bazen kendinden uzaklaşmak ister insan.
- Bazen gidersin, sırf dönebilmek için.
- Bazen ağlarsın bayağı.
- Bazen ağlayamıyorsun bayağı bayağı. Bazen içiyorsun, bazen çok ama çok fazla içmek istiyorsun da bazen sen zaten içmeye gidiyorsun.
Bazen Acıbadem’den bir taksiye biniyorsun, Kadıköy diyorsun. Bazen yüzüne bile bakmıyor.
- Bazen bir kadın geliyor oturuyor karşına ve ağlıyor.
- Kadınlar hep ağlıyor.
- Bazen bir kadın sana “En çok korktuğum şey, bir kadının göz yaşıdır” diyor, kendi adına. “Eğer çok sevdiysem” diyor… “Eğer çok sevdiysem…”Oysa bilmiyor ki, sevmek de bir An’a ait.
- Her şeyin başı su.
- Felsefenin de.

10 Nisan 2011 Pazar

İnsan İlişkileride Kırılan Bir Saat Gibi

Çok kırgın olduğunuz anlar vardır. Üst üste, üst üste o kadar kırılmışızdır ki kırıklarımız keskinleşmiştir artık kımıldasanız konuşsanız çok derin yaralar açacaktır belki. Ya da o kadar küçük parçalara bölünmüşünüzdür ki en ufak bir harekette derinin altına girip kayıp gidecek durumdasınızdır. böyle zamanlarda sadece uzaktan izlemekle kalıyorum insanları.
Soramadan edemiyorum neden kaybettiklerimiz her zaman değerli olur? Neden varlarken yanımızda sapa sağlam dururken, anlamayız değerlerini? Bizi hiç bırakmayacaklarmış gibi neden yıpratırız, hor kullanırız?Neden o varlıklar yıprandıklarını hissetmezler? Ama her şeyin bir sınırı var tabi hissettikleri an hiç beklenmedik bir anda bırakıp giderler böyle sahiplerini işte. Kalırsın öyle ortada. Gözlerin dolar. Yalnız olsan ağlamaya bile kalkarsın. 
İşte bugün aynı şey başıma geldi. Daha öncekileri saymıyorum artık. 
Bugün dışarı çıkarken kafam karmakarışık bir sürü olayla doluydu. En çok sevdiğim, değer verdiğim yıpratmaya bile korktuğum saatimi taktım koluma. Saatimin hiç bir problemi yoktu. Kendiliğinden açılmaz hatta ben bile çıkarmaya çalışırken zorlanırdım. E peki bugün ne olduda açıldı o saat. Nasıl oldu da kolumdan çıkıp yere düştü. Sanki bir işaretti benim için.
Soğuk havanın verdiği sersemlikle metro yazıhanesine girdik, tam ısınacağımı düşünürken daha oturmaya kalmadan bileğim bir anda hafifledi. Önce o demir koltuklara çarptı büyük bir gürültüyle işte o an anladım ki saatim beni terk etmişti. Ağır çekimlerle yere düşüyordu. Önce açıldı sonra koltuğa çarptı ve daha sonra yere kapaklandı. O kocaman saat bir anda yerde kıvrılmış küçücük kalmış benim onu almamı bekliyordu sanki. Hadi her şey bu ana kadar normaldi ki onu elime aldığımda kırılmışdı artık. Eskisi gibi değildi, zedelenmişti. Ne olacaktı camını değiştirsem eskisi gibi olacak mıydı? O ilk günkü hali kalacak mıydı? İnsan ilişkileride böyle değil midir? Önce çok seversin sonra zaman geçtikçe yıpratırsın, yıpranırsın ama hala seversin. Sonra bir gün terk edildiğinde anlarsın ki artık o senin değildir.Şimşekler çarpar beyninde ama iş işten geçmiş olur. Artık kırılmış parçalanmışdır. Ve yenilendikten sonra artık senin olmayacaktır. Hayatında başka insanlar olacaktır.İşte gerçekler de en az kırılan parçalar kadar acıdır. Kanatır yüreğini. Dokunduğunda acıtır canını. Üstüne gidersen parçalanır ve artık kullanım dışıdır.

4 Mart 2011 Cuma

??????

     Bir insanla konuşabilmek adına ne yapılmalı acaba? Doğrudur insan sonuçta konuşmak için bir şey yapılmasına gerek yok al karşına konuş bu da sorun mu, değil mi? Ya peki olmuyorsa. 
     Çok çaba sarfettim. İnsanların benim yüzümden üzülmesine asla dayanamam. Bu sefer ben daha çok üzülürüm.Sırf bunu yaşamamak adına bir sürü saçmalıkları görmezden geldim ve şimdi ne oldu doldum ve artık görmemezlikten gelemiyorum.
    Be insan ben senin için her şeyi denemişken keşke sende birazcık beni anlasaydın. Sustuğum zamanlarda seni gözlemlediğimi görseydin. Sen benim gözümün içine baka baka yalan söylediğin zamanlarda keşke inandırdım işte diye sevinmek yerine, benim hakkında bildiğim doğruları paylaşsaydın, ben yalanlarına bile laf etmezken doğrularına hiç bir şey demezdim. 
     Senin için her şeyi denedim insan, başta yaptıklarına ses çıkarmadım anlarsın ve kendine çeki düzen verirsin diye ama sen olayları abarttın da abarttın haddini aştın. Madem öyle konuşayım dedim konuşturmadın beni, dinlemedin bile. Konuşulmuyor dedim yazayım bari, acaba okudun mu ki o yazdıklarımı... Hiç sanmıyorum, sayfalar dolusu bir yazıya karşılık üç kelimenin birleşiminden cevap olmazdı. E baktık ki bu da olmuyor. Geriye tamamen sessiz kalmak kaldı bana. Şimdi sessizim, şimdi bile hala beni anlamanı beklerken, beynimin içindeki soru işaretlerini silmeni beklerken, gördüm ki artık sonuna kadar sessizim. 



Saymadan bitirdin hep yılları
Sözlerin bir tutsa yeterdi bana...

16 Ocak 2011 Pazar

HAYATI ISKALAMA LÜKSÜN YOK SENİN !!!

Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına
inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat
olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve
yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme
yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. 

Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya
hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı
neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile
karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin.
Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her
zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi
halin cezanda indirim sağlamaz. 


Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu
yapmadın" diye cevap verecektir. Ve ne söylesen
karşılığında mutlaka başka bir iddiayla
karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması
gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın,
güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın.
"Peki o ne yaptı" deme. Herkes kendinden sorumludur
aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine
engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik
yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak
için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için?
Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o
lüksü sonuna kadar yaşasın. 


Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak"
yaşamayı Öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani,
yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu
hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir
eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken
de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin
sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif
verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında.
Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de
cabası.... 


Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun
asolan yürektir.Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip
de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın
sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter
ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda
duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o
zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler
değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini... 

NAZIM HİKMET

13 Ocak 2011 Perşembe

HAYIR DİYEBİLMEK

Nedir bu? Ne hayallerle geliyorsun ne planlar yapıyorsun hepsi suya düşüyor, bu olmamalı, bir yerlerde eksik olmalı. Bir yerlerde hata yapmış olmalısın ki her şey bu denli karışsın her şey bu denli bulanmış olsun. Ama bu hata nerede, nerede başlıyor. Hep birileri için kendinden taviz verirsen, yapmak istediklerini de yapamıyorsun demek ki. Ve tavizler tavizleri doğuruyor. Bütün planların, birikimlerin bir anda suya düşüveriyor işte. Şimdiye kadar yok o üzülecek yok bu kırılacak yok şu yanlış anlayacak demekten hayır demeyi hiçbir zaman öğrenemedim. Bu kelime ne kadar da önemliymiş oysa hayatımda. Bir şeyler yapabilmek adına bu kelimeyi kullanmak lazımmış. Ama ben bunu bu yaşıma kadar kullanamadım hiç. Acaba neden? Küçükken annem mi öğretmedi. Evet annem öğretmedi. İlk önce evet demeyi öğrendik, sanki mükemmel bir şey.
Hayır oyuncağımı vermeyeceğim dediğimde “ aaa kızım ne kadar ayıp onlar misafir bak ağlıyor kardeş.”  Bana ne yaa ağlarsa ağlasın vermek istemiyorum işte, o bebek benim ve ben ona gözüm gibi bakarken yıpratmaya korkarken neden bir başkası gelip de saçlarını yoluk yoluk etsin neden bir başkası gelip de benim değer verdiğim eşyalara zarar verip karalasın parçalasın. Neden bana hayırı öğretmediniz?
Arkadaşıyla oyun oynayan bir çocuk neden bakkala çakkala gönderilir. Gönderen annem olsa gene içim yanmayacak gönderen komşumuz Bayan X . Sokakta arkadaşlarınla oyun oynarsın oyunun en can alıcı noktasın da pencereden bir ses çocuğum hadi bakkal Y amcadan bir ekmek alda gel. Tabi ben çocuğum, zaten hep çocuk kalacağım siz benim oyunumun içine edebilirsiniz. Ne demek teyzeciğim tabi hemen alırım. Almazsam ayıı...ıp HAYIR YOK. O benim büyüğüm hatta komşumuz hayır denir mi hiç. Komşu teyzeler berbat ettiniz çocukluk oyunlarımı sizin yüzünüzden dışarı çıkmak istemezdim. Annem bakkala göndermedi beni sizlerin gönderdiği kadar.
           Nedir bu bizim toplumda ki, o senin büyüğün cevap verme, saygılı ol. Bunu öğretene kadar keşke sadece saygı çerçevelerini öğretseydiniz her büyüğümün karşısında ezilmeseydim. Ne oldu yaşça benden büyük oldular diye her zaman doğru mu yaptılar, doğruyu mu söylediler.

           İnsanlar hakkında iyi olduklarını öğrendiğim kadar keşke iki yüzlü, yalancı sahtekar olduğunu da öğrenseydim. Keşke bunları çocukken öğrenseydim de tek başıma yaşamaya başladığım da bu kadar hayal kırıklığım olmasaydı. İnsanoğlu çiğ süt emmiş deyip geçebilseydim.

Karşımdaki kadın bu denli saçma sapan konuşurken hala ona teyzeciğim diyerek açıklama yapmaya çalışıyorum. Neden? Çünkü; o teyze büyük benden, annem yaşında, onun kalbini kırmadan canını sıkmadan konuşma yapmam gerekiyor. Peki onun bana söylediği sözler, benim can sıkılışlarım, benim kırılganlığım, benim kalp kırıklığım bunu kim düşünüyor. Tabikide  kimse düşünmüyor, annem ve babamdan başka kimse… Saygılı oldum, bilerek kimseye kötü söz söylemedim kimse hakkında kötü düşünmedim. Ne getirisi oldu, gözümle görebildiğim bir getiri olmadı. Terbiyeli hanım kız olmuşumdur olduysam. Maalesef  yalnız kaldığında, ailen yanında olmadığında hanım kız olmayacaksın çirkeflik yapacaksın. Bir laf vardır “akıllı olup dünya kahrını çekeceğime deli olurum dünya benim kahrımı çeker.” Bu cümleye hayranım ama sadece hayran, uygulama politikası yok.    
Hayatın toz pembe olmadığını çok geç öğrendim, bu da çok acı gerçek oldu.